1980-1981 sezonunda işler yazık ki istediğimiz gibi gelişmemiş ve sadece 3 maçla yetinmek zorunda kalmıştık…
NOT; Ayaktakilerden sol baştaki İbrahim, oturanlardan soldan ikinci Çetin ile sağ baştaki Nuri rahmete erdiler. Ruhları şâd olsun
1970’lerin başından 1980’lerin ortasına kadar geçen dönemin hiç şüphesiz en gözde kulüplerindendi Boluspor. 67 vilayetten tespit ettiği genç yetenekleri parlatıp satmasıyla haklı üne kavuşmuştu küçük ve şirin kentin büyük takımı…
Daha fazla şans bulabileceğimiz kulübe gitmenin mantıklı olacağı düşüncesiyle Antep’le masaya oturduk. Nedense peşinatı az teklif edip bir hafta mühlet verdiler…
O yıllarda transfer yönetmeliği hayli karışıktı ve % 100 kulüpleri koruyordu. Şöyle ki; diyelim kulüple yıllık 1 milyon liraya anlaştınız; mukavele asgari ücret üzerinden gösterileceğinden vergi yükü oluşmayacak, paranın tümünü alabilecektiniz. Eğer satışa konsaydınız o 1 milyonun yaklaşık % 40’ı kaynağında vergi olarak kesilecekti. Unutmadan kulübünüz alıcı çıkmazsa satış bedelinizin yalnızca % 30’unu yatırarak mukavelenizi 1 sene uzatacak ve tıpış tıpış verginiz kesilecekti…
Son anda 2 yönetici satışını isteme dediği halde kulak asmayınca 2 milyon 600 bin liraya listeye konulduk. Antep'le anlaşamadık yazık ki (sebebini seneler sonra öğrenecektik; birileri demişti ki “Sakat, menisküsü yırtık!”. Onlar da ne yapsın; peşinatı düşük tutup riski azaltma yolunu seçmişti…
Her neyse alıcı çıkmayınca tıpış tıpış şehre dönüp doğruca Belediye Binasından içeri girdik. İlerleyen yıllarda depremde yıkılacak binanın üst 2 katı Boluspor’a tahsis edilmişti (bir katı yatakhane diğer katı lokal ve müdürlük)…
Yönetim değişmişti ve kadere bakın yeni genel kaptanla kapıda karşılaştık! Durdu ve saniye tereddüt etmeksizin son derece kararlı ses tonuyla seslendi “Mademki bize 5 milyona kaleci aldırdın ve bir yere de gitmedin. Hem seni oynatmayacağız hem de futbol hayatını bitireceğiz”…
Ayıptır söylemesi o günlerde babamızın maddi durumu hayli iyiydi ve sık sık “Gel müdür, benimle çalış; futboldan ne kazanıyorsan iki mislini vereyim” deyip ekliyordu “Adamın akılsızı futbolcu daha akılsızı kaleci olur”…
Gözlerimiz yaşlı orada kala kaldık bir müddet ve 20 yıllık kısa yaşantımız şerit gibi önümüzden akıp geçti. Futbolu ne kadar sevdiğimizi, onun dışında hangi işi yaparsak yapalım mutlu olamayacağımızı keşfettik yeniden. Çabuk karar vermemiz gerekiyordu; ya dışarıya park ettiğimiz Anadol'a binip (ülkemizin ilk seri üretilen otomobili) bu faslı ebediyen kapatacak yahut “Hadi kolaysa bitir de görelim” kabadayılığına soyunup sıfırdan kolları sıvayacaktık…
Biliyor musunuz süreç umduğumuzdan çok daha sancılı geçti ve tam 8,5 ay boyunca tek bir hazırlık maçında dahi oynatılmadık, futbolculara ödenen altı üstü 4 bin lira tutan ayakkabı parasından bile mahrum bırakıldık…
Bir seneliğine 780 bin lira almamız gerekirken eski başkan imza atmazsan paranı alamazsın imasında bulununca imza atıp 576 bin lirayla yetinmek zorunda kaldık! Alacağımızı TFF’den 3 taksitte tahsil ederken dün gibi hatırlarız elimize 324 bin lira geçtiğini…
Aylar ayları kovalarken, bir kez dahi kadroya girememişken 1982 Şubat’ında elimizde şiddetli ağrı hissedince izinsiz Ankara’ya gidip ünlü bir profesöre muayene olduk. “Elin kırık, hemen alçıya almalıyız” dediğinde “Hocam, izinsiz geldim ve alçılı dönersem ceza yerim. Hafta sonu yeniden gelirim” diyerek Bolu’ya döndük. Nurlar içinde yatsın Nevzat Güzelırmak Hoca ayağımızın tozuyla çıktığımız idmanda sağa hiç yatmayışımızı yanlış değerlendirip “Biraz ciddiyet evlat biraz ciddiyet” diye ikaz edecekti! O an sigortalarımız atacak ve iki tarafa da sol elle, büyük bir hırsla atlayıp dakikalarca gol yemeyecektik…
Sonra ne mi oldu; 8,5 ay sonra ilk defa kadroya alındık ve zorlu Sakaryaspor deplasmanında kaleye konulduk. Elimiz kırık demeyip rakip santfor Şenol’dan sarmak için bandaj istedik lâkin murada eremedik! Mecburen çorap sarıp 90 dakikayı tamamladık (0-0 bitti, toplamda 6 hafta kırık elle oynadık)…
Bunları ne kendimizi övmek ne birilerini yermek ne de kulübü suçlamak için anlatmıyoruz; sadece emeksiz yemek isteyenlerin, zahmetsiz zirveye çıkmak isteyenlerin kulağına küpe olsun diye naklediyoruz...
10-15 sene sonra kanepeye uzanıp enerji içeceğini, çerezi alıp tv karşısında maç seyrederken yanınızdakilere “Ah o hoca hakkı mı yemeseydi ah yahut o yönetici bana takmasaydı şimdi kalede olurdum” palavrası sıkarak kendinizi kandırmayın, içinize işlemiş acınızı hafifletmeye çabalamayın diye anlatıyoruz…
İster aman sende deyip geçersiniz ister kıssadan hisse kaparsınız, hayat sizin…
Fatih Uraz
Facebook Yorumları